Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi
Cilt 16/ Sayı 1/ ss. 1 - 12
Türkiye'de Etik Çalışmaları
Doç, Dr. Harun Tepe
Abstract: Ethieal studies, in the modern sense, were introdueed to Turkey by Hilmi Ziya Ülken. In a time when ethieal inquiry, under the influenee of logical empiricism, had restrieted itself to the justifieation of norms and analysis of ethical eoneepts, Takiyettin Mengüşoğlu has empha<;izedthe noc-essityto cönduct such inquires without losing sight of the eftıical human phenomena and has shown the eonnection of ethies with anthropölogy and values. After him Ioanna Kuçuradi, taking as starting point his anthropology, has put forward, on the ground of a new axiology, a new view of ethies.
Key Words: Ethics, Values, Anthropology and Ethics, Ways ofValuation, EthicsofValue.
Özet:
Çağdaş etik çalışmalarını Türkiye'ye tanıtan Hilmi Ziya Ülken oldu. Dünyada etik, mantıkçı empirizmin etkisiyle, kendisini normların temellendirilmesi ve etik kavramların çözümlemesiyle sınırlandırırken, Takiyettin Mengüşoğlu etiğin etik fenomenlerle bağlantısını kaybetmemesi gerektiğini vurgulayarak, etik ile antropoloji ve değerler arasındaki bağlantıyı bize gösterdi. Daha sonra Ioanna Kuçuradi, Mengüşoğlu'nun antropolojisini çıkış noktası olarak alarak, yeni bir değer anlayışına dayanan yeni bir etik görüşü ortaya koydu.
AnahtarSözcükler:
Etik, Değerler, Antropoloji ve Etik, Değerlendirme Tarzları, Değer Etiği.
Ben bu yazımda Türkiye'de etik alanında yapılıp edilenleri, özellikle Cumhuriyet döneminde ortaya konan kimi etik görüşlerini, ana çizgileriyle ortaya koyarak, ülkemizde etiğin ulaştığı gelişim düzeyini dikkatinize sunmak istiyorum. Bunu da, üç felsefecimizin etik çalışmalarını ya da etik görüşlerini serimleyerek yapmak istiyorum: Hilmi Ziya Ülken'nin, Takiyettin Mengüşoğlu'min ve Ioanna Kuçuradi'nin görüşlerini. Cumhuriyetin başlangıcından günümüze kadar uzanan etik çizgisini, çok uzun bir zaman dilimi olmasa da, bu dönem içindeki değişimleri de ortaya koymayı amaçlıyorum bu üç felsefecimizle.
Dile getirilen görüşler ötesinde, kimi zaman dile getirdikleri şeylerin türleri de farklı olan, farklı sorulara yanıt arayan üç felsefecimizin görüşleri kısaca ele alınacak; -eğer varsa- aralarındaki ilişki ya da bağlantı gösterilmeye çalışılacak.
--
Türkiyede Etik Çalışmaları
Şüphesiz ülkemizde, daha çok ahlak felsefesi olarak adlandırılan etik çalışmalar Hilmi Ziya Ülken’le başlamıyor. Ülkemizde ortaya konan etik görüşleri de dört felsefecimizin görüşlerinden ibaret değil Ahlak sorunu, bir eğitim sorunu, toplumsal bir sorun olarak üzerinde çok konuşulan, çok yazılan konulardan birisi olmuştur hep. Bugün de öyledir. Ne var ki bu konu üzerine konuşup yazanların büyük bir kesimi felsefeciler değil.
Konu ahlak olunca bu doğaldır da; çünkü ahlak, sosyoloji, antropoloji. psikoloji gibi insan ve kültür bilimlerinin ilgi alanı içinde yer aldığı gibi teolojinin ya da dinlerin de yakından ilgilendiği konulardan biridir.
Hilmi Ziya Ülken 'in yazılarında ahlak ya da değer sorunu geniş bir yer tutar. Değer sorunu, bilgi ve varlık sorunuyla birlikte, felsefenin üç esaslı sorunundan biri olarak görülür. Bunda onun etiğe verdiği önem kadar içinde yaşadığı dünyanın sorunları da etkili olmuştur. "Ahlak problemi. klasik felsefede bilgi ve varlık problemlerinden sonra gelir. Böyle olmakla beraber bugünkü dünyanın içinde bulunduğu geçiş krizi ona merkezi bir önem kazandırmaktadır. Sarsılmış bir dünyada ilk düşünülen şey. bilginin ve alemin düzeninden önce eylemlere düzen vermektir". 2
Hilmi Ziya Ülken'in etik yazılarıyla amaçladığı şey, işte bu "eylemlere düzen verme" işini gerçekleştirmek ya da çağının sorunları karşısında eylemlere düzen vermeye bilgiyle katkıda bulunabilmektir; çünkü sosyolojik ve psikolojik çözümlemelerin çözemediği sorunlar. Onların sınırlanın zorlayan sorunlar çözümü felsefeden beklemektedir.3
Yüzyılın başında yaşanan sorunlardan sonra "felsefede eylemin düşünceden önce geldiği fikri kuvvetle ilerlemeye başlamıştı. Bu öncelik, yeni bir açıklama şekli aramadan ziyade ahlak ve eylem probleminin hemen cevap beklemesinden ileri gelmekte"ydi. 4
Ahlak felsefesi işte bu gereksinimi karşılamaya yönelmiştir.
Ülken'in ahlaka ilişkin farazi bir tanım dediği belirleme ise şöyledir: "Ahlak. insanlığın
kabul ettiği ve başka kesinlik ölçüleriyle ölçülemeyen hareketlerimize ait değerlerin toplamıdır".5
Ahlakı meydana getiren değerlerse otonomdurlar. bu nedenle fiziksel ve metafizik gerçeklere indirgenemezler. Değerlerin de kendilerine göre bir gerçekliği vardır. Bu ahlaksal gerçekliğin kişi üstü ve yansız bir bilinç tarafından işlenmesi gerekmektedir.
Ahlak felsefesinin yapması gereken şey. eylemi. eylemi gerçekleştireni. eylemin temelinde yatan değer dünyasını incelemektir.
Her ahlaksal harekette ideal bir beğenme yer almakta; bu ideal beğenme de bir ahlaksal tercihe, bir ahlaksal seçime dayanmaktadır. Hilmi Ziya Ülken ahlaksal tercihlerin akli olduklarını, ideal olduklarını. sarsılmaz olduklarını söyler. Ahlaksal tercihlerimiz. sırf psikolojik olan etki ve
(1) Hilmi Ziya .Ülken. Bilgi ve Değer. Aytemiz Kitabevi. Ankara, s. 210.
(2) Hilmi Ziya Ulken. Aşk Ahlakı. Demirbaş Yayınları. 3. Baskı,Ankara, 1971, s. XXXiX.
(3) "OnIarın bütün ahlakı açıkladığını zannetmemelidir. Nitekim Fr. Rauh, haklı olarak, sosyolojik ve psikolojik verileri aşan ve insan felsefesine dayanan bir ahlaki tecrübeden bahs etmiyor mu? Gurvitch daha ileri giderek bu tecrübenin.
temelini "hürriyet tecrübesi"nde. ilim verileriyle açıklanması mümkün olmayan bir sahada aramaktadır" (Hilmi
Ziya Ülken, Aşk Ahlakı, s. XXXV).
(4) Hilmi Ziya Ülken, a. g. y., s. XXXIX.
(5) Hilmi Ziya Ülken, a. g. y., s. 9.
2
eğilimlerimize ilişkin tercihlerimizden farklıdırlar. Bu nedenle ideal bir objeye yönelen bilinç edimleri olsalar bile, onlar sarsılmazlık,kararlılık özniteliği taşırlar. Bunun sonucu olarak, Hilmi Ziya Ülken, ahlaksal eylemlerin nesnel olduğunu, bireyi aştığını ve bireye hem içerden hem dışardan baskı yaptığını söyler.
Hilmi Ziya Ülken, ister önceden kurulmuş kuralları ve normları, isterse ahlaksal etkinliğin kendisini merkeze alsınlar, ahlakla ilgili alanlarının tümüne birden değerler alanı demektedir.
Böylece ahlak alanı değerler alanı ile özdeşleştirilmektedir.
Ülken'e göre değerlerin bilinmesi diğer şeylerin bilinmesinden farklıdır7.
Bir gerçeği kavramamızı sağlayan algı edimi veya bir doğruluğun kavranmasını sağlayan yargı verme, değerlerin kavranmasında rol oynamış olsa bile, bunlar ikinci derecede bilme araçlarıdır. Değerleri asıl kavrayan ve değerlendirmeyi sağlayan bizim teesüri-fiili yaşamımızdır8.
Çünkü değerler ideal oldukları kadar realdirler de. Onları yalnız real ya da yalnız ideal olarak anlamak, değerlerin bu çifte karakterini görmemek, değerleri anlamamak demektir.9
Değerleri duygulam indirgemek
isteyenler ya da duyguları mutlak olarak değerlerin veya ahlaklılığın temeli yapmak isteyenler de aynı yanılgıya düşmektedirler. Hilmi Ziya Ülken, bu nedenle, D. Hume, Sebopenhauer ve Max Scheler gibi fılozofların da aynı yanılgıya düştüklerini söyler. Ama onların söylediklerinin tersini söylemek, yani ahlaklılığın her türlü duyguya yabancı, sırf formal bir şey olduğunu söylemek de yanlış olacaktır ona göre; çünkü ahlaksal eylem ancak duygulara dayanarak gelişebilmektedir.10
Hilmi Ziya Ülken, vasıta ve gaye olan değerlerle, gayesi kendi içinde olan değerleri, yani mutlak değerleri birbirinden ayırır. Amaçlar-araçlar sistemi içinde yer alan değerler hep bir görelilik taşırlar. Hilmi Ziya Ülken, değerler sistemini amaç ve araç olan değerlerden oluşan sistemler olarak görenlerin aslında hep bir Makyavelizme saplandıklarım düşünür. Ona göre bir değer sisteminin Makyavelizmden kurtulması için tek çare onun mutlak değer olmasıdır. Mutlak değerler sisteminde ne bir değerler hiyararşisi ne de bir araç-amaç ilişkisi söz konusudur11.
Mutlak değerlerle, amaç-araç değerleri arasındaki bağlantıyı da şöyle dile getirmektedir Hilmi Ziya Ülken: "içkin değeri aşmada" amaç değerlere, onları aşmadan da mutlak değere varılamaz,,12.
(6)Hilmi Ziya Ülken, a. g. y. ,s. 14.
(7) .Yalnız var olan bir şeyin değeri olabilir. Değer var oluş alanına aittir. Varolmayan şeyin değeri olamaz. Var olmayan, yalnız var sayılan şeyin hakikatinden söz edilebilir. Fakat var olmayan şeyin değerinden söz edilemez. Değer her şeyden önce bir varlığın tespitine dayanır ve ancak sezgi ile kavranabilir. Bu sezgi, içimize veya dışımıza çevrildiğine göre, değer ya bir duyum, ya da bir duygu şeklinde sezgi ile elde edilir. İster içimizde ister dışımızda olsun, tesbit ettiğimiz değer bir varlıktır. Değerler sezgi ile yani duyu ve duygu ile kavrandıktan sonra kavramlarla ve önermelerle ifade edilirler... [Bu nedenle] değerde asıl olan sezgidir, değer mantığı değildir" (Hilmi Ziya Ulken, Bilgi ve Değer,
s. 211-212)
(8) Hilmi Ziya Ülken, Ahlak, s. 152.
(9) Hilmi Ziya U/;ken, a. g. y. ,s. 159-160.
(i O) Hilmi Ziya Uken, a. g. y. , s. 181.
(II) Hilmi Ziya Qlken, a. g. y. , S. 269-270.
(12) Hilmi Ziya DIken, a.g.y., 5.276.
3
----_.._-----
Türkiyede Etik Çalışmaları
İkinci grup değerler ise aşkın değerlerdir. "Bunlarda duyu verileri. bilinç içeriği yalnızca bir vesiledirIer. Fakat bu vesile az veya çok önemsiz bir dereceye inebilir. Bir insanla bir insan arasında ahlaki ilişkide bilinç verileri ya yazılmış bir sözleşmeye dayanan iki insanın bu sözleşmeye sadık kalması, ya gençlik ve aile hatıralarına sadık kalması ya da verilmiş sözlere sadık kalması ve vefalılık gibidir ki, bu sözler ve yazılar duyu verileridir, bilinç içerikleridir. Fakat asıl olan birbirine göre aşkın iki varlıktır. Ben'le Başkası arasında bir bağlanıştır ki, bu bir aşkınlık ilişkisidir.
Bundan dolayı ahlaki alan aşkın bir değer alanıdır. orada içkin olan bilinç içeriği yalnız basit bir vesileden ibarettir" 14.
Ülken aşkın değerler olarak ahlaki ve dini değerleri. içkin değerler
olarak da teknik, estetik ve düşünsel değerleri, örneğin bilgiyi gösterir.
Ülken. bu iki değer grubu dışında üçüncü bir kümenin daha olduğunu, bunlara normatif değerler dendiğini söyler. Ona göre, bunlar aslında değer değil. bütün değerlerin ölçüleri, değişim örnekleridir.
Bu değerlerin görevi başka değerleri birbiriyle karşılaştırmak ve ölçmektir. Bu ölçü
değerler de iktisadi, hukuki ve dille ilgili değerlerdir (normlardır). Çünkü fiil, fıile karşılaştırılınca ölçü hukuk; eşya eşya ile karşılaştırılınca -değişim halini alır- ölçü iktisat; söz sözle değiştirilince ölçü dil olur. Böylece dil, iktisat ve hukuk dediğimiz üç değer oluşur. Ama bunlar birinciler ve ikinciler gibi kendilerine özgü bağımsız bir alana sahip değildirler 15.
***
Mengüşoğlu'nun etik görüşlerini, Değişmez Değerler ve Değişen Davranışlar ana başlığım taşıyan yazısı yanında Insan Felsefesi kitabı ile diğer kimi yazılarında buluyoruz.
Mengüşoğlu'nun etik görüşünün temel özelliği ve daha önceki etik görüşlerinden aynlan yanı. onun antropolojik-ontolojik temellere dayanmasıdır. Bu ise Mengüşoğlu'nun etik görüşünün etik fenomenleri nesne edinmesinden kaynaklanmaktadır. Etik fenomenlerin va rolan fenomenler
olarak köklerini insanın somut varlık bütününde bulmasıdır, Mengüşoğlu'nun hareket noktası.
Önceki etik kuramlarımn yanlışı ise, Mengüşoğlu'na göre, insanı parçalayarak ele almaları, akıl veya tin gibi bir kavramla açıklamaya çalışmaları, kısaca insanın varlıksal bütünlüğünü gözden kaçırma1arıdır16.
Bu yanlış bakışın temelinde yatan şeyse, bu görüşlerin etiğe bilgikuramsal
bakmaları; etiği yaşamdan -bu arada kendi yaşamlarından da- kopararak onu yalmz bir bilgi
(13) Hilmi Ziya Q.lken, Bilgi ve Deger, s. 399.
(14) Hilmi Ziya Ulken, a. g. y. ,s. 399-400.
(l5) Hilmi Ziya Ülken, Degerler, KültUr ve Sanat, s. 7.
(16) Takiyettin Mengüşoğ1u, Degişmez Degerler ve Degişen Davranışlar-Felsefi Etik Için Kritik Bir Hazırlık,
1965, İstanbul, s. 5.
4
_.~--- -----
Doç. Dr. Harun TEPE
sorunu olarak görmelidir. Etiğin etik yargılarla özdeşleştirilmesine ve normlardan oluşan bir alan olarak görülmesine yol açan bu tür bir bakışın eleştirisi, etikte daha uygun bir bakışın -ontolojik-antropolojik bakışın- gösterilmesi, Mengüşoğlu'nun etik yazılarında üzerine aldığı ödev olur.
Mengüşoğlu etiği, tek yanlılık1arı nedeniyle, kuramlardan yola çıkmaz, insanın somut
varlığından, insanın bu somut varlığında temelini bulan fenomenlerden yola çıkar. Etik varlık alanı, aslında, "insanın hareket ve faaliyetlerinden ve bunlara yön veren prensipler"den (değerlerden) oluşan bir varlık alanıdır. Etik varlık alam, kendi başına var olan, bilinip bilinmemesinden bağımsız olarak var olan bir varlık alanıdır. Bu nedenle antropolojik-ontolojik temellere dayanan bir etik, insanın hareket ve faaliyetlerini, onların "determinasyon" ilkeleri olan değerleri, yani
"etik gerçekliği" bir bütün olarak görmeli; bu etik gerçekliğin betimlenmesi ve çözümlenmesi işini üzerine almalıdır.
Bir yandan "etik gerçeklik bütünü"nü oluşturan unsurların varlık türlerini saptamak, öte yandan bu varlık türlerinin nasıl olup da bir bütün oluşturduklarını göstermek, ancak ontolojik bakışla olanaklıdır. Bu nedenle Mengüşoğlu'nun etik görüşü ontolojik temellere dayanan bir etik görüşüdür ama bu görüşün daha ıralayıcı olan yanı, etik ile felsefi antropoloji arasındaki bağa, yani insan görüşü ile etik görüşü arasındaki bağa dikkati çekmiş olmasıdır; çünkü insan görüşü etik görüşün "yönü"nü tayin etmektedir. Bunu insanı ikili (düal) bir varlık olarak insan görüşlerinin,bilgi fenomenini, sanat ve etik fenomenlerini de ikili görüş çerçevesinde ele almalarında açık bir biçimde görmekteyiz. Bu nedenle etik söz konusu olunca, etikle antropoloji arasındaki
bağ, etikle ontoloji arasındaki bağdan daha özlü ve daha sıkıdır 17.
Nasıl bilginin yaşamla bağı kurulmadan, bilginin insanın "varlık şartları"ndan biri olduğu anlaşılmadan. bilginin olanağına ilişkin soruyu yamtlamaya çalışmak anlamsızsa, ayın biçimde etik fenomenleri betimleyip çözümlemeden "ne yapmalıyız?", "iyi nedir?" "kötü nedir?" diye sormak da anlamsızdır. Etik sorunlar a1amnda da, felsefe -bilgi felsefesinde yaptığı gibi- "insanın günlük hayatındaki fenomenleri, İnsanın günlük hayatındaki hareket ve faaliyetleri, insanların birbirine karşı takındıkları tavırların, beğendikleri veya yerdikleri, sevdikleri veya sevmediklerinin temelini, insanların konuşmalarında ve birbiriyle tartışmalarındaki temeli, savundukları veya nefret ettikleri şeylerin temelini tasvir ve tahlil edeceği yerde, en son şeyleri aramıştır; mesela, hayatın bir gayesi var mıdır? Saadet nedir? Nasıl hareket etmemiz lazım ki, mesut insanlar olabilelim? İyi nedir? Kötü nedir?" 18 gibi ya "olması gereken"e yada son şeye ilişkine ilişkin sorular sormuşlardır. Oysa hayat insanların aktif olmasını, sürekli kararlar vermesini beklemektedir. Bu da insanın eylemlerinin "olması gerekli" gibi bir refIeksiyona dayalı bir biçimde
(17) Takiyettin Mengüşoğlu, a. g. y. . s. 5-6.
(L8) Takiyettin Mengüşoğlu, a. g. y. ,s. 19.
5
--------
değil, spontan, doğrudan gerçekleştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle de, bilgi alanında olduğu gibi etik alanında da, günlük hareket ve faaliyetlerimizin betimlenip çözümlenmesinden sonra meydana çıkacak olan "olması gereken "e, ayrıca iyi, kötü, mutluluk ve erdemin ne olduklarına ilişkin soruların yanıtlanması gerekmektedir. Ancak bu yolla erdem, mutluluk, cesaret, iyi, kötü gibi değerlerin, insan yaşamının, insan hareket ve faaliyetlerinin dışında değil, içinde yer alan kavramlar olduğu dikkate alınarak, değerlere ilişkin sorular yanıtlanabilir. Kısaca etik, -"mutluluk nedir?, "erdem nedir?", "iyi kötü nedir?" gibi- bilgikuramsal sorulardan hareketle değil, fenomenlerden, fenomenlerin betimlenmesi ve çözümlemesinden yola çıkılarak yapılabilir ancak19.
Etik bilgiye bizi götürebilecek uygun yol budur, Mengüşoğlu'na göre.
Ona göre etik "insanın hareket ve faaliyetlerini hususi bir problem sahası olarak araştıran, bu sahanın varlık-karakteriyle, onun temelini teşkil eden (yani bu sahayı tayin eden) prensiplerin varlık-karakterini, insanın hareket ve faaliyetlerinin bağlı veya müstakil olduklarını tetkik eden bilgi"dir20.
Her insan eyleminin temelinde bu türden bir belirleyici bulunmaktadır; bu türden
bir temele dayanmayan hiçbir insan eylemi yoktur. İnsan eylemlerini belirleyen bu temele de "değer" denildiğini söyler Mengüşoğlu. Bu "değerler" MengÜşoğlu etiğinin de temelini oluştururlar.
Ayrıca şunu da teslim etmek gerekir ki, Mengüşoğlu değerlere antropolojiyle bakmanın gerektiğini, değerlerin insan eylemlerinin temelinde yatan ve eylemleri belirleyen şeyler olduklarım, yani var olan şeyler olduklarını, kimilerinin iddia ettikleri gibi soyut ya da genel kavramlar olmadıkları açık bir biçimde göstermiştir bize. "Varlık-dünyasında değer-alanı diye bir varlık-alanı var mıdır? Eğer değerler varsa, onların varlığı nasıl kanıtlanabilir?" sorularını yanıtlarken, "hayat fenomenleri göz önünde bulundurulmadıkça, değerlerin varlığı ne kanıtlanabilir; ne de gösterilebilir
Çünkü değerlerin varlığı, bu alanla ilgili hayat fenomenlerini betimlemek, insanın değer duygusuna başvurmakla gösterilebilir; ama bundan fazlası
yapılamaz,,21 demektedir.
Fenomenleri hiçe sayan, onlara gözlerini kapayan insanın değerleri görmesi ya da ona değerlerin gösterilmesi olanaksızdır. O ancak değerleri soyut kavramlar, insan tarafından uydurulmuş normlar olarak görecektir. Bu konuda yapılabilecek tek şey, bu kişinin bakışını hayata, fenomenlere, kendi yapıp ettiklerine çevirmesini sağlamak, bunun bilgisini sunmaktır kişilere. Etikten bundan fazlasını
da beklememek gerekir.
***
Bu yazıda etik görüşleri üzerinde durulacak son felsefecimiz Ioanna Kuçuradi olacaktır. Kuçuradi'nin etik ve değer görüşünün temel özelliklerinin başında, onun ontolojik bakışa dayanmasıve yine ontolojik bakışa dayanan belli bir insan ve değer görüşünden yola çıkması
(19) Takiyettin Mengüşoğlu. a. g. y. . s. 19-20.
(20) Takiyettin Mengüşoğlu. Degişmez Deger/er ve Degişen Davranış/ar, s. 15.
(21) Takiyettin Mengüşoğlu. Insan Felsefesi, s. 99.
6
--
--
Doç.Dr. Harun TEPE
gelir. Kısaca onun ontolojik ve antropolojik karakteridİr22, belirgin olarak ortaya çıkan özelliği.
Bunu, hem onun değerlerin varlıksal yerini ve bilgisinin olanağını ortaya koyan çözümlemelerinde hem de etik ilişkinin çeşitlemelerini serimleyen eriğinde görmek mümkündür.
Kuçuradi'ye göre değer sorunu, hazır kavram ya da görüşlerden değil de, fenomenlerden yola çıkılarak ele alınacaksa, yapılması gereken şey değerlendirme etkinliğinden yola çıkmaktır;
"çünkü değer sorunu konusunda fenomenlerin bize verdiği belki de tek ipucu budur. Böyle bir hareket noktasından yola çıktığımızda, şeylerin değeriyle ilgili sorunları, değerlerle ilgili sorunlardan -değeri değerlerden- ayırmak gerekliliği ortaya çıkar,,23. Hep bir şeyin değeri olan "değer" ile "kişiler arası ilişkilerin temelinde" yatan veya insan başarıları olan "değerler" in aynı şeyler olmadıkları, bu nedenle her ikisine ilişkin soruların -bu arada soruların yanıtlarının da farklı olacağı ortaya konulmaktadır.
"İyi nedir?", "güzel nedir?", "faydalı nedir?", "doğru nedir?" gibi sorular sorarak değerlendinne etkinliğini belli açılardan sorun edinmek başka bir şey, saygı, dürüstlük, adalet, eşitlik gibi kişilerarası ilişkilerin temelindeki anlamla ilgili sorular ortaya koymak veya sanat, bilim, moral gibi insan başarılanrun özelliklerini araştırmak başka şeydir. Kısaca değer sorunu deyince, aslında bununla değerlendirme sorunu kastedilmiş olabileceği gibi, değerler sorunu da kastedilmiş olabilir.
Bu ayrımlar yapılmayınca, değer sorunlarının çözülmesi, değerin bilgisi ve değerlerin yapı özellikleriyle ilgili antinomik sorulara -"dürüstlük" bir değer midir?", "değerler mutlak mıdır göreli midir" gibi sorulara- yanıt vennek olanaksızdır. Kuçuradi, Nietzsche'nin değer görüşü dışında, tüm değer görüşlerinin, hem de iki karşıt çizgi oluşturan değer görüşlerinin, ortak özelliğinin değeri, değerlerden ayırmamalan, yani "bir değere sahip olmayı" "değer olmadan ayırmamaları olduğunu"; bunun da iki ayrı sorunun tek bir sorun olarak görülmesine yol açtığını belirtir24. Bu durumun da sorunun çözülmesini güçleştirdiği açıktır.
Bu nedenle öncelikle ayrımlar yapılması, değerlendirmeye bir seyirci gözüyle değil, yaşamımızın her adımında yaptığımız bir etkinlik olarak bakılması, değerlendirmenin her şeyden önce bir bilgi sorunu, ama aynı zamanda bir insan sorunu olduğunun unutulmaması gerekir;"çünkü yaptığı her değerlendirmede kişi, bir bütün olarak vardır ve her defasında birçok kişi değerleri, dolayısıyla değerlendiren kişinin değeri söz konusudur,,25.
Değerlendirme etkinliğinin farklı alanlardan hareketle değer kavramına bakılırsa, bu kavramın içine nelerin girebileceği, nelerin bunun dışında kaldığının açığa çıkabileceğini belirtir Kuçumdi.
(22) "Felsefi araştırmada obje edinileni çeşitli varlık bağlantıları içinde ele alma, dolayısıyla onunla ilgili daha isabetli bir bilgi ortaya koyma imkanı. ontolojik bakma tarzının bize kazandırdıklarındandır.
Bir insan ya da kişi fenomenini. bir insan etkinliğini veya üıününü obje edindiğimizde ise onu, yaşayan insanla çeşitli bağlantılar içinde ele almak, ona antropolojik bir yaklaşım olur." Ioanna Kuçuradi, Insan ve Değerleri, Türkiye
Felsefe Kurumu Yayınlan, 1998, s. 20.
(23) Ioanna Kuçuradi, Insan ve Değerleri. s. 7-8.
(24) Ioanna Kuçuradi, a. g. y. ,s. 9.
(25) Ioanna Kuçuradi, a. g. y. , s. 15.
7
_.
--------
Türkiyede Etik Çalışmaları
Ancak böyle bir çalışmadan sonra şeylerin değer bakımından durumu, yani değerle ilgili olanların da değerliliği veya değersizliği ile değerliliğin değerlerle ilgisi ortaya konabilecektir, ona göre.
Değerlendirme Biçimleri ve "Değer"
Söz konusu olan değerlendirme etkinliği olduğunda, en önemli soru "bir eylemi, bir durumu, bir olayı, bir yapıtı, bir kişiyi doğru değerlendirmek olanaklı mıdır?" sorusudur. Soruya Kuçuradi'nin yanıtı evettir -ama koşullu bir evet. Eğer yapılan değerlendirme gerçekten bir değerlendirme ise, bir "değer biçme" veya "değer atfetme" değilse,doğru değerlendirme olanaklıdır.
Diğer iki durumda ise bu yol kapalıdır.
Kuçuradi'nin kişilerin --herbirimizin- hergün yaptJklan değerlendirmelerden hareketle ortaya koyduğu bu üç değerlendirme biçiminin temel özellikleri şunlardır: Gerçeklikte gördüğümüz kimi değerlendirmeler, bir şeye değer atfetme yoluyla yapılan değerlendirmelerdir. Bu, değerlendirenin o şeyin kendisiyle olan özel bir ilişkisinden dolayı, bir olaya, bir eşyaya, bir kişiye değer yüklemesidir. Böyle olunca bir olaya veya insana, farklı kişilerin farklı değer atfetmeleri olağandır; çünkü bu kişilerin söz konusu olay ya da insanla özel ilişkileri farklı farklıdır. Oysa değerlendirilen olay ya da insan, aynı olay ya da insan olduğuna göre, onun kendisine özgü
değerinin hep aynı olması gerekmez mi? Olsa olsa bu olay, insan ya da eşyanın iki kişi için "önemi" farklı olabilir, ama "değeri", değerlendirilenin ait olduğu alandaki yeri olamaz.
'Değer atfetme' tarzındaki değerlendirmelerin doğal sonucu, değer göreceliliği, değer öznelciliğidir.
Değerlendirmelerimiz bu biçimdeyse ya da bir değerlendirmeyle imlenen bu tarzda
bir değer yükleme ise, doğal sonuç bu alanın göreceliğe, öznelciliğe
bırakılmasıdır; ama ancak bu durumda.
"Değerlendirmeden söz edilince, çoğu zaman, değerlendirilmesi söz konusu olan şeyin kendi değerini göstermek değil de, geçerli ilkeler, kurallar, normlar, standartlar, modalar, ölçüler bakımından onu nitelendirmek anlaşılır". çoğu zaman yapılan da budur26. Kuçuradi bu tür değerlendirmeye bir şeye 'değer biçmek' demektedir. Bu, birşeyi ezbere değerlendirmektir; çünkü
bu tür bir nitelendirme, değerlendirilmesi söz konusu olan şeyin kendisi hesaba katılmadan yapılır;
nitelendirilen, şeyin kendisi değil; görünüşü veya bu görünüşe göre ona verilen adıdır.
Yüklemleri iyi-kötü, güzel-çirkin, faydalı-zararlı, günah-sevap gibi sıfatlar olan genel değer yargıları kurulur ya da hazır alınır ve her şeye, değerlendirme konusu olan her türlü nesneye bu genel yargılara göre değer biçilir. O şeyin bu genel değer
yargıları bakımından özelliğine bakılır;
onun kendisine değil.Bunun sonunda ortaya konulan bilgi, değerlendirileni değil, değer atfetmede olduğu gibi, olsa olsa değerlendirene ilişkin bir ipucu verir.
(26) Ioanna Kuçuradi, a.g.y., s.28.
8
--
Doç. Dr. Harun TEPE
Yine bu iki tür değerlendirmede ortak olan bir başka nokta da, değeri söz konusu edilen şeyin, kendi dışında olan bir nedenden dolayı değerli ya da değersiz görülmesidir; farkları ise, birincinin geçerli değer yargılarına, diğerinin ise değerlendirmeyi yapana bağlı olmasıdır.
Bu iki tür değerlendirmeden tamamen farklı olan üçüncü değerlendirme biçimi ise, değerlendirilenin yapı özelliği olan değerini görmeyi, yani onu anlamayı ve kendi alanındaki yerini saptamayı gerektirir. Ancak bunu yapan bir değerlendirme, doğru değerlendirme adını almaya hak kazanabilir.
Kuçuradi'nin diğer felsefe sorunlarına bakışında olduğu gibi, değer ve değerlendirme sorunlarına yaklaşımı da ontolojik, konunun özelliğinden dolayı da antropolojiktir. Bu yaklaşımı, doğru değerlendirmenin değerlendirilen şeye göre gösterdiği değişiklikleri serimlemesinde de açıkça görüyoruz. Değerlendirilen bir insan başarısı, bir sanat eseri olduğunda, değerlendirme ve bunun sonunda ortaya konan bilginin türü farklı, bir kişi(insan)nin, bir durumun ya da bir olayın veya değerlerin değerlendirilmesi olduğunda durum yine farklıdır.
Nesne edindikleri şeye göre farklılıklar gösteren, Kuçuradi'nin doğru-yanlış değerlendirme adını verdiği bu tür değerlendirmelerin aldığı yol kısaca şöyle ortaya konabilir: değerlendirilen her ne olursa olsun, öncelikle değerlendirilen şeyin iyi anlaşılması; ikinci olarak bu nesnenin kendi alanında ya da benzerleri arasındaki yerinin görülmesi; sonuçta da onun insanın değeriyle ilgisinin kurulması gelmektedir.
Kuçuradi'nin değerlendirme görüşüyle ilgili ikinci bir temel nokta da, onun tek başına
davranışları doğru değerlendirmenin olanaksızlığına ilişkin saptamasıdır." Bir davranışı soyut olarak, -yani onu yapanı ve yapıldığı durumu göz önünde bulundurmadan- doğru değerlendirmek olanaksızdır" 27 . Bunlara ancak geçerlikte olan bir ahlaka göre değer biçilebilir; çünkü
" bir kişinin, bir eylemin, bir kararın, bir tutumun doğru değerlendirilmesi, bunu değerlendirenin, o kişinin yapı bütünlüğünü tanımasını, onun nasıl bir insan olduğunu, bu hareketi yapanın kim olduğunu bilmesini; ayrıca da bunu ne gibi koşullarda, nasıl bir durumda yaptığını bilmesini şart koşar,,28. "Başka bir deyişle, bu alanda doğru değerlendirmeler yapabilmek için, değerlendiren,
bir defalık, eşsiz olan her harekete, yapanından ayırmadan bakmak; bir defalık, eşsiz olan olaylara, onları meydana getirenlerinden ayırmadan bakmak ve kendi gözleriyle -moral değerlerin aracılığı olmadan- bakmak zorundadır,,29.
Bir değer görüşü, ontolojik-antropolojik bir değer görüşü üzerine kurulan Kuçuradi etiğine gelince, onun en temel özelliğinin tek kişiden ve eylemden yola çıkması ile "değer"lere dayanması olduğu söylenebilir.
(27) Ioanna Kuçuradi, a. g. y. , s. 62.
(28) Ioanna Kuçuradi, a. g. y. , s. 62.
(29) Ioanna Kuçuradi, a. g. y. , s. 66.
9
Türkiyede Etik Çalı~maları
Değerlere Dayanan Etik ya da Değer Etiği
Değerlendinne etkinliğiyle ilgili tüm bu söylenenler etik için y~sal bir önem taşırlar; çünkü
değerlendirmeyle baıjlamayan bir eylem düşünülemez. Değerlerin dışında bir eylem de düşünülemez.
Ayın şekilde, değer bilgisi olmaksıZln doğru bir değerlendirme de -raslanular dışında-
pek olanaklı değildir. Bu nedenle, doğru değerlendirmeye ilişkin yukarıda söylenenler, Kuçuradi etiğinin de temeli meydana getirmektedir.
Kuçuradi etiğinin diğer etik görüşlerinden en önemli farkı, onun özgünlüğünü, bu alandaki yeniliğini oluşturan şey, "etik ilişki"yi, yani tekliğinde eylemi merkeze alması ya da etiğin konusunu "etik ilişki" olarak belirlemesidir. Bu etiğin nesne edindiği şey, yalnızca davramş ya da yapma
değildir. Ona göre bir davranış, yapma ya da yapmama olsa olsa bir eylemin, bir etik ilişkide yapılanın son halkasını oluşturabilir. Buna karşılık her eylem, bir etik ilişkinin ürünüdür. Her eylem bir kişi ilişkisinde oluşur. Bu ilişkide kök salar.
Kuçuradi etik ilişkiyi "belirli bütünlükte bir kişinin belirli bütünlükteki başka
bir kişiyle ya da en geniş anlamda insanlarla -yüzyüze geldiği ya da gelmediği insanlarla değer sorunlarının söz konusu olduğu ilişkisi, eylemde bulunarak yaşadığı her ilişki,,30
olarak belirler. Bu tür ilişkide, hem ilişkinin kendisi, hem ilişkiyi kuran, hem de ilişkinin öteki ucunda yer alanlar gerçek bir var olmaya sahiptir, yani her biri tek ve eşsizdir. Etik ilişki her şeyiyle bir kez, tekliğinde yaşanır - onu nesne edinmenin güçlüğü de buradan kaynaklanmaktadır.
Kuçuradi etiği, etik ilişkinin nesne edinilebileceği tek yer olan" eylem"i -kişilerin başka
kişilerle ilişkilerinde veya durumlarda eylemlerini- merkeze alır. Bir eylemin aldığı yolu, bir eylemde yer alan olup bitenler zincirini deyim yerindeyse, bir film karesi gibi durdurarak, onun yapısını, oluşturucularını ortaya koyar -ama bu yalnızca biçimsel olanın serimlenmesi de değildir.
Her eylemin, her kişinin, her durumun tekliği, biricikliği göz önüne alınırsa, bu oldukça güç, ama olanaklıdır; ancak oluşu bir an durdurmakla olanaklıdır. Kuçuradi etiği, bunun hem çok güç ve karmaşık olduğunun, hem de olanaklı olduğunu örneklemektedir bize.
Eyleyenin karşısında bulunanın, yöneldiğinin ne olduğuna göre, Kuçuradi iki ya da dört tür etik ilişkiden söz eder: Eylemde bulunan kişinin etik ilişkide olduğu ve eylemin yöneldiği, ya başka belirli bir kişidir (o zaman etik ilişki, kişi-kişi ilişkisidir) ya da bir insan durumudur bir insanın ya da grubun durumu (bu durumda etik ilişki, kişi-insan durumu ilişkisidir). Aslında bu ikisi iki temel etik ilişki biçimidir. Ama bir de etik ilişkinin özel biçimleri olan, kişinin kendi kendisiyle ilişkisiyle, yargıcın etik ilişkisi söz konusudur1.
Bu iki ya da dört ilişki olanağı, etik ilişkinin çeşitlerneleri olarak görülmektedir. Ama bu dört ilişkide ortak olan -son ikisinin özel
(30) Ioanna Kuçuradi, Etik, Türkiye Felsefe Kurumu Yay., 1996, Ankara, s. 3.
(31) loanna Kuçuradi, Etik. s. 12.
10
Doç. Dr. Harun TEPE
durumlar bir yana-bir yapı, kalıcı bir yan vardır. Bu, eylemin üç ana unsurudur. Daha önce de belirttiğimiz gibi, eylem yalnız bir yapma değildir. Her eylemde yapmadan önce gelen ve eylemi oluşturan iki unsur daha vardır: değerlendirme ve ilgili yaşantı aşamaları. "Böylece her eylem yalın veya karmaşık bir değerlendirme ve ilgili yalın veya çatışmalı yaşantıyı izleyen amaçlı bir yapma ya da yapmamadır". Bu yapma bir "davranış", yapmama ise bir "tutum" olarak karşımıza çıkmaktadır32.
İnsanlar arası ilişkilerde kişinin bir eylemini ele aldığımızda, görürüz ki bu eylemin temelinde, eylemde bulunan kişinin yaptığı bir değerlendirme yatmaktadır: karşısında bulunulan eylemin ya da insan durumunun değerlendirilmesi. Türü ne olursa olsun, kişi mutlaka böyle bir değerlendirmede bulunmakta, bunun neyin değerlendirilmesi olduğu da sonuçta etik ilişkinin çeşidini belirlemektedir.
"Bir etik ilişkide yapılan değerlendinnenin hemen arkasında, neredeyse (onunla) zamandaş, kişinin yaptığı değerlendinneyle ilgili yaşantısı -yalın, karmaşık, çatışmalı yaşantılan- gelir.
Baktığımız etik ilişki bu aşamada -yani yalnızca bir tutum oluşturmakla kalmadığında ya da bir davranışla kesilmediğinde, eylemin kendi içinde de karmaşık bir yapı gösteren yapma aşaması gelir" 33.
Kuçuradi eylemin bu karmaşık yapısını, önce kişi ile kişi ilişkisinde, sonra kişi-bir insan durumu ilişkisinde, son olarak da yargıcın etik ilişkisinde ve kişinin kendisiyle ilişkisinde ayrıntılı bir biçimde irdeleyerek, nesnenin doğasından kaynaklanan güçlükleri yenmeye, bize "eylem"i
olduğu gibi göstermeye çalışır. Ama bu anlam çözümlemelerinin amacı, kanımca, yalnız eylemin yapısını, unsurlarını ya da oluşturucularını serimlemek değil, bizlere bir olanağı göstermektir;
pek sık olmasa da yaşandığını gördüğü bir olanağı, "doğru" ve "değerli" eylemde bulunma olanağını. Bu görüşü değerli kılan yanlardan birisi de, bunu göstermeyi -şüphecileri ikna etmeyi başaracak kadar olmasa da- başarmış olmasıdır. Yalnızca "doğru ve değerli eylem"in nasıl olanaklı olduğu, eylemin, değerlendirme, yaşantı ve yapma aşamalarında görülen çeşitli belirleyicilerin durumu göz önüne alınırsa, bu tür eylemin güçlüğü ve Kuçuradi'nin "değerli" bir eylemin ortaya çıkmasının bir mucize olduğuna ilişkin saptamasının ne kadar yerinde olduğu daha iyi anlaşılır.
Örnek olarak kişi ile kişi ilişkisinde "doğru" ve "değerli" eylemin özelliği, "sırasıyla, diğer kişiyle ilgili doğru bir değerlendirmeye dayanması (bu ise kısaca şu demektir: değerlendirenin ilişkide olduğu kişinin eylemini veya tutumunu anlaması, onu nedenlerine niçinlerine bağlaması;
(32) loanna Kuçuradi, Etik, s. 13.
(33) loanna Kuçuradi, Etik, s. 13-14.
11
Türkiyede Etik Çalışmaları
bu eylemin yapıldığı koşullarda başka eylem olanakları bakımından özelliğini, yani onun değerini görmesi; son olarak da eylemin değerinin insanın değeriyle ilgisini kurması, yani o eylemle İnsanın değerinin nasıl korunduğunu ya da harcanmasına yol açıldığım, o eylemin değerliliğini değersizliğini görmesidir), yaşantıyı (kişinin beninin ya da "değerlilik tasarımları "nın değil) etik değerlerin ya da insanın değerinin bilgisinden kaynaklanan bir inancın belirlemesi, diğer kişi için isteneni bir anlamın belirlemesi, konmuş hedefin isteneni o koşullarda gerçekleştiren bir hedef
olması ve bu hedefin, en azından, insanın değerini korumaya yönelik ilkelere dayanarak gerçekleştirilmiş olmasıdır" 34.
***
Üç felsefecirnizin etik görüşlerini serimleyerek resmetmeye
çalıştığımız ülkemizde etiğin durumu, ülkemizin bir bilgi dalında ulaştığı bir başarı olarak, Cumhuriyet Türk iyesi’nin gururla söz edebileceği şeylerden biridir. Bilim, sanat ve felsefede örneği pek fazla olmayan, "yeni bir bilgi", "yeni bir form" getirmenin en özgün örneklerinden birini etikte görmekteyiz. Hilmi Ziya Ülken ve Bedia Akarsu'nun çalışmalarıyla ülkemiz diline ve kültürüne taşınan ve yeni yorumlarla
yeni adımlar atılmaya çalışılan etik, Mengüşoğlu, özellikle de onun öğrencisi olan Ioanna Kuçuradi'nin etik görüşleriyle bugünkü ileri düzeyine ulaşmışur. Özellikle Mengüşoğlu'nun ontolojik bakışa dayanan insan görüşü ve bu ontolojik antropolojinin sağladığı yeni görme olanakları fark edip Mengüşoğlu'nun açtığı yoldan giderek yeni adımlar atan Kuçuradi'nin etik görüşü, çağımızda etiğin -Aristoteles, Kant, Nietzsche, Scheler ve Hartınann'la süren gelişim çizgisinin- ulaştığı en son gelişme noktalarından birisini oluşturmaktadır.
çoktan unutulan Hilmi Ziya Ülken'in, pek bilinmeyen Mengüşoğlu'nun etik görüşleri gibi, Kuçuradi'nin etik görüşü de gerek ülkemizde gerekse ülkemiz dışında yeterince bilinmemekte, yeterince değerlendirilememektedir. Bunda çok çeşitli faktörlerin rolü olduğu açıkur. Bunların en başında ise yeni bir bilgi getirmenin yazgısı olan, yaygın "paradigmalar" dışında ya da onlara aykırı bir şey söylemenin karşılaştığı güçlükler gelmektedir. Bilimde, ama daha çok felsefede yaygın paradigmalar, kimin söylediğinin, hangi söylediklerinin, hangi biçimde söylediklerinin kabul görebileceğini -büyük oranda- belirlemektedir. Daha açık bir ifadeyle, felsefede yeni bilgilerin hangi ülkelerin insanlarınca, hangi dille ve hangi yaklaşımlarla yapılabileceğine ilişkin yaygın kabulleri kırmak pek kolay görünmemektedir. Buna karşın yapılabilecek kimi şeylerin olduğu da muhakkaktır. Bize düşen, ülkemizde etiğin ulaştığı düzey gibi, başarıları gerek kendi ülkemizin okuyucularına gerekse diğer ülkelerin okuyucularına taşımaktır. Bu yazının amaçlarından birisi de budur. Taşınan, tanıştırılan yeni görüşlerin değerlendirilmesi ise, her zaman olduğu gibi, okuyucuya kalmaktadır.
(34) Ioanna Kuçuradi. Etik, s.80.
12
http://www.edebiyatdergisi.hacettepe.edu.tr/1999161HarunT
Etik Kulübü Yıllık Planı ve Yönetmeliği